Bu haber 776 kez okundu. 0 Yorum.
Bu haber 932 kez okundu. 0 Yorum.
Bu haber 500 kez okundu. 0 Yorum.
Bu haber 742 kez okundu. 0 Yorum.
Bu haber 1,018 kez okundu. 0 Yorum.
Bu haber 841 kez okundu. 0 Yorum.
28 Şubat döneminde haksız bir şekilde meslekten ihraç edilen yüzlerce öğretmen için göreve dönüş yolu açıldı. 1998 yılında Ankara'da Şehit Kubilay İlköğretim Okulu'nda görev yaparken başörtüsü nedeniyle mesleğinden ihraç edilen Tülay Aydoğan, Bakanlığın tanıdığı göreve dönüş hakkına başvuru için Milli Eğitim Bakanlığı'na başvuran öğretmenlerden sadece bir tanesi. Hiçbir zaman umudunu kaybetmediğini dile getiren Aydoğan, 'Hükümete çok teşekkür ediyoruz. Okuldan atılmamız sebebiyle devlete küsmüştük, alınan karar bizi devletle barıştırdı' dedi.
İKNA ODALARINA GİRDİK
Öğretmenlik yaptığı 11 ay süresince başörtüsü nedeniyle sürekli sıkıntılar yaşadıklarını ve son zamanlarda devreye müfettişlerin girdiğini dile getiren Aydoğan, 'O meşhur ikna odalarına biz de girdik. Müfettişler beni başımı açmam için ikna etmeye çalıştı, ancak ben dinimin gereklerini yerine getirmenin anayasal hakkım olduğunu, başımı açmayacağımı söyledim. 2 gün sonrasında da öğretmenlik mesleğiyle ilişiğimin kesildiğine dair belgeyi önüme koydular' dedi.
MESLEĞİMİ ÖZLEDİM
Başörtüsü nedeniyle öğretmenlikten atılanlardan sadece biri olan N. Uysal, yaşadığı günleri anlatırken 'Hayatımız roman gibi' ifadelerini kullanıyor. 2000 yılında memuriyetten atılan Uysal, şu sıralar görevine çok sevdiği mesleğine tekrar dönmek için başvuru yapmak üzere gün sayıyor. Öğrencilerini ve mesleğini çok özlediğini dile getiren Uysal, derse başörtüsü ile girmesi nedeniyle 3 okul değiştirmiş ardından da mesleğinden ihraç edilmiş. Uysal, 'Okul müdürlerim ve öğretmenler başımı açmam konusunda sürekli beni uyarıyorlardı. Öyle ki bir gün küçücük öğrencilerim bile müdüre kızdılar öğretmenimizi rahat bırakın diye. Yaşananları onların da unuttuğunu zannetmiyorum' dedi.
Korku imparatorluğu sona erdi
28 Şubat uygulamalarıyla görevinden alınan öğretmenlerin haklarının iade edilmeye başlamasını değerlendirilen ÖNDER Onursal Başkanı İbrahim Solmaz 'Tek tesellimiz ülkede korku imparatorluğunun son bulmuş olması' dedi.
28 Şubat döneminde darbecilerin mesleklerinden uzaklaştırdığı yüzlerce başörtülü öğretmenin haklarını mahkemelerde savunarak yapılan haksızlığı ortaya koyma mücadelesi veren Uluslararası Hukukçular Birliği Türkiye Temsilcisi Av. Fatma Benli, emekliliklerine iki yıl kalan onlarca müvekkilinin gözyaşları arasında öğrencilerine sarılarak okullarından ayrılmasına şahit olduğunu söyledi. Benli, 'Başörtüsü yüzünden görevine son verilen bir öğretmen müvekkilim savcı tarafından başörtüsü ile bu adliyede durman yasak diyerek müvekkilimi zorla dışarıya çıkardı.
İFADESİZ MAHKUMİYET
Kanser hastası olan ve kemoterapi tedavisi gören başka bir müvekkilim ise ifadesine bile başvurulmadan hakkında karar çıkartılarak mahkum edildi' dedi. 28 şubatın fiili bir darbe olmamakla beraber, darbeden daha büyük taharibata neden olduğunu vurgulayan ÖNDER Onursal Başkanı İbrahim Solmaz ise '28 Şubat'ta binlerce öğretmenin uyarı ve kınama cezası yerine, okulları ile ilişiğinin kesilmesi evlatlarımızın ve ailelerinde derin travmalara nede oldu. Bu acının etkisi hale geçmiş değil. Tek tesellimiz ülkede korku imparatorluğunun son bulmuş olması' ifadelerini kullandı.
Baskıya dayanamayıp istifa ettim
28 Şubat döneminde Beyoğlu Tevfik Sağlam Lisesi'nde stajer öğretmen olarak atanan Türkan G. 1998 yılında 20 günlük öğretmen iken başörtüsü yüzünden uyarı ve kınama cezası almadan maaş kesme cezası ile cezalandırıldı. Beyoğlu Tevfik Sağlam Lisesi'nden Bayrampaşa Vatan İlköğretim Okulu'na tayin edilen G, burada sol görüşlü öğretmenlerin yoğun baskısı ile karşılaştı. Kendisi ile konuşmayan, selam vermeyen meslektaşlarının baskısına daha fazla dayanamayan G. görevinden istifa etmek zorunda kaldı. 28 Şubat döneminde başörtülü öğretmenlere uygulanan yoğun baskılar sonunda çok sayıda öğretmen meslekten atılırken, bir o kadarı da istifa etmeye zorlandı. Ancak başörtüsü yüzünden meslekleri ile ilişiği kesilen öğretmenlerin büyük bölümü 2006 yılında çıkarılan sicil affı ile yeniden mesleklerine geri döndü.
Sigorta primlerini Bakanlık ödeyecek
28 Şubat sürecinde, inandığı değerlerden dolayı disiplin cezasıyla memuriyetten atılan yaklaşık 630 kişi, geçmiş sigorta primlerinin borçlandırılmalarından dolayı büyük bir mağduriyet yaşıyordu. Hükümet tarafından verilen TBMM Genel Kurulu'nda görüşülen Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin 41. maddesi üzerinde değişiklik önergesi kapsamında, 28 Şubat'ta memuriyetten atılan kişilerin sigorta primlerini kurumları ödeyecek. Böylece mesleğe dönen öğretmenler bu konuda sıkıntı yaşamayacak....
Bu haber 1,162 kez okundu. 0 Yorum.
Bu haber 724 kez okundu. 0 Yorum.
Yıkımı günlerdir engellenen Gezi Parkı olayları sürerken Mustafa Armağan'ın ortaya çıkardığı bu iddia çok konuşulacak.
Araştırmacı yazar Mustafa Armağan, Taksim Meydanı'nın eskiden büyük bir mezarlık olduğunu, bu mezarlıkta Müslüman, Fransız, Rum ve Ermenilerin bulunduğunu, İsmet İnönü döneminde mezarlığın imara açılarak yok edildiğini yazdı.
Mustafa Armağan'ın yazısı, Zaman gazetesinin Pazar ekinde yer aldı. Yazı şöyle: "1 Mayıs'tan beri gündemden inmeyen Taksim Meydanı'nın tarihe mal olması şurada 150 yıldır. Hatta bugünkü halinden söz edeceksek hikâyemizi 87 yıl ile de sınırlandırabiliriz.
Peki ondan önce ne durumdaydı Taksim? Semte adını veren Sultan I. Mahmud'un eseri olan maksemi 18. yüzyıldan beri oradaydı ama kırlık bir bölgede yer alıyordu ve en önemlisi, Taksim, şehrin en geniş mezarlık bölgelerinden birine ev sahipliği yapmaktaydı.
'Nasıl? Taksim Meydanı eskiden mezarlık mıymış yani?'dediğinizi duyar gibi oluyorum. Evet, yanlış duymadınız, burası çok geniş bir mezarlık bölgesiymiş ve büyüklüğüyle Eyüp Sultan'ın rakiplerindenmiş.
Bu mezarlıklar o kadar geniş bir alanı kapsamaktadır ki, yalnız Gezi Parkı'nı değil, Taksim Anıtı'nın bulunduğu mahalden başlıyor, AKM binasından sahile doğru iniyor, Pangaltı'ya kadar göz alabildiğine uzanıyordu. İçinde geniş bir Müslüman mezarlığı olduğu gibi 'Frank', Rum ve Ermeni mezarlıkları da vardı. Zaten burası Bizans devrinden beri mezarlık olarak biliniyordu. İşte bugünlerde tartışılan Topçu Kışlası, mezarlıkların bulunduğu yeşil alana yapılacaktı.
Önemli bir ayrıntı da şudur: AKM tarafındaki Müslüman mezarlığı ile meydanı Harbiye'ye doğru kat eden Fransız, Rum ve Ermeni mezarlıkları yan yanaydı. Osmanlı İstanbul'unda semtleri bile ayrılan farklı din mensuplarının son uykularını birbirine yakın mezarlıklarda uyuması ilginçtir ve Osmanlı'nın engin hoşgörüsünü gösterir.
Ancak dikkat çekici bir başka nokta var: Ayaspaşa'daki Müslüman mezarlığı 1926 yılına kadar ayaktadır ve mezar taşları ve selviler Taksim'i 'laikleştirme' uygulamasının kurbanı olurken korkunç bir rant transferine de kurban gidecektir.
Nasıl mı? Görelim beraberce…
BİR MEZARLIK NASIL PAYLAŞILIR?
1930'lu yıllarda Gümüşsuyu'ndan Mete Caddesi'ne uzanan bölgede pıtrak gibi bitiveren apartmanlar akılları karıştırmıştır. Zira burada apartman yaptıranlar nedense hep Tek Parti devrinin kodamanlarıdır, hatta tapuda Başbakan'ın eşi Mevhibe İnönü'ye ait bir parsel dahi çıkmıştır.
Mezarlığın parsellenip satılma hikâyesini cesur gazeteci Arif Oruç anlatır. 'Yarın' gazetesiyle Serbest Fırka'yı cansiparane bir şekilde savunmuştu. Partinin kapatılmasının ardından gazetesi de yasaklılar arasına girmiş olan Arif Oruç, Başbakan İnönü'nün yolsuzluklarını yazmak ister; ancak bu, kaçtığı Bulgaristan'da çıkaracağı 'Yarın' broşürlerinde mümkün olur.
Arif Oruç'un 5 No'lu 'Yarın' broşüründeki (Haz: Mete Tunçay, İletişim: 1991) iddiaları yenilir yutulur gibi değildir ve eğer Demokrat Parti 13 Temmuz 1950'de af kanunu çıkartmasa İnönü ailesi ve CHP'nin başını fena halde ağrıtacak mahiyettedir. Aynı iddiaları Bedii Faik 1970 yılında 'Dünya' gazetesinde tekrarlayacak ve deliller Ahmet Gürkan tarafından 'İsmet Paşa'nın Beytülmali' adlı kitapta toplanacaktır.
Arif Oruç'un iddiaları özetle şöyle:
Başbakan yetkisini kullanarak mezarlığın tapusunu, Ayas Paşa'nın torunlarından birine verdirmiş, adam da alır almaz 'servileri kestirip mezar taşlarını söktür'müş, boşalan arsayı yüz binlerce liraya hükümetin önde gelenlerine satmış, sonra da Mısır'a savuşmuştur. Bundan sonrasını Arif Oruç'un iğneli kaleminden okumaya değer:
MEVHİBE İNÖNÜ'NÜN ARSASI
"Kabristanın senedini eline alır almaz dahi İsmet Paşa'nın hanımefendilerine bir apartmanlık 'yerceğiz' hediye etmişti. Hanımefendinin apartmanı 'beleşten gelen' arsa üzerine kurulmuştu ki, arsanın kıymeti 50 bin lira tahmin ediliyor. Apartman, Başvekil Paşa'nın mahdumları küçük Ömer beyefendinin cep harçlıklarından tasarruf edilen 200 küsur bin lira ile vücuda getirilmiştir. Halk Fırkası erkânı, her gün pederleri tarafından verilen 5-10 kuruşu çabuk 200 bin lira halinde arttırmağa muvaffak olan küçük Ömer Bey'in; mahalle mekteplerinde peynir ekmek bulamayıp da Hilal-i Ahmer (Kızılay) tarafından kendilerine haftada iki defa birer dilim ekmek peynir tevzi edilen Türk çocuklarına 'tasarruf nümune-i imtisali (örneği)" olacağı söyleniyor."
Aynı olayı gazeteci Bedii Faik 1970 yılında şöyle anlatmıştır:
"Ayaspaşa vaktiyle mezarlıktı ve evkafa (vakıflara) aitti. İnönü'nün müsteşarı olan zat, evkaf işlerine bakmaktaydı. Günün birinde işte bu müsteşar, mezarlığı vakıf olmaktan çıkarmış, parsellemiş ve bahis konusu arsayı da şefine münasip görmüştür. O tarihte görevde bulunan İstanbul Belediye Meclisi bu olup bitti karşısında isyan etmedi değil. Ama olup bittiyi yapan müsteşar beyin 'Paşam! İstanbul Valisi, Belediye Meclisi'ni aleyhinize kışkırtıyor' demesi üzerine İnönü, devrin valisine son derece haşin davranmış ve rahmetli de bu muamele üzerine derhal istifa etmiştir."
Burak Çetintaş'ın değerli araştırması Taksim sırtlarındaki Ayaspaşa mezarlığının nasıl parsellenip satıldığını bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor:
"Önce gömüye kapalı mezarlık sahasını kaplayan selviler birer ikişer kesilmeye başladı. Daha sonra da kimisi çarpılmış, kimisi toprağa iyiden iyiye gömülmüş kavuklu, destarlı, serpuşlu mezar taşları kaldırıldı" (Toplumsal Tarih, Aralık 2004).
Bir kurnazlık daha yapılmış ve vakıfların gazetelere verdiği ilanlarda satılacak arazininmezarlık olduğundan hiç bahsedilmemiştir. Böylece satılan arazi rahatça parsellenip imara açılacak ve dönemin önde gelen ailelerine apartman olarak hizmet verecektir.
Peki bazı resimlerde gördüğümüz güzelim mezar taşlarına ne oldu dersiniz? Onlar da hoyratlıktan nasibini aldı. Yok edildi. Öyle ki, bu mezar taşlarının içinde modern edebiyatımızın kurucusu kabul edilen Şinasi'ninki de vardı. ('Şair Evlenmesi' yazarı hakikaten tuhaf bir adamdı; cenazesine yalnız 15 kişinin katılmasını vasiyet etmiş ve vasiyetine riayet edilmişti. Ancak seçimin nasıl yapıldığını bilmiyoruz.)
Böylece bazılarınca 'Cumhuriyetin altın çağı' olarak kabul edilen 1930'lu yıllarda üstelik Taksim'in Müslümanlığını simgeleyen koca bir mezarlık göz göre göre satılmış, yok edilmiş, imara açılmış ve ustaca gerçekleştirilen bir rant transferine sahne olmuştu.
Bu bir şey değil. Daha Sultan Abdülaziz'in yapımını başlattığı Aziziye Camii'nin arsasına İnönü ve çevresindekiler tarafından nasıl el konulduğunu da yazacağız.
Ta ki insanlar Taksim'de 'yeşil alanı' mezar taşlarıyla birlikte asıl kimlerin temizlediğini öğrenene kadar…" (internethaber)
...
Bu haber 1,255 kez okundu. 0 Yorum.
Bu haber 1,076 kez okundu. 0 Yorum.
|
|