Yeni Akit gazetesi yazarı tarihçi Yavuz Bahadıroğlu, bugünkü yazısında Osmanlı’nın temellerini atan ve TRT’nin sevilen dizisi Diriliş ‘Ertuğrul’ ile de merak uyandıran Kayı Boyu’nu kaleme aldı.
Kayı Boyu, Oğuzların Günhan Kolu’ndan gelir. Malazgirt Meydan Savaşı’nın kazanılmasından (1071) sonra yerleşmek için akın akın Anadolu’ya gelen Türk boyları arasında, Kayı Boyu da vardı…
Kayılar önce Horasan taraflarına konmuş; Moğol istilâsının başlaması üzerine Harzemlilerle birlikte Moğollara karşı savaşmış; Harzem Şahı Celâleddin Mengübirtî, kahpece arkadan vurulup şehit edildikten sonra (1221) ise Merv ve Mahan yoluyla Van Gölü’nün kıyısındaki Ahlat’a yerleşmiştir.
Kayı Boyu’nun Horasan’dan 50 bin kişi ile hareket ettiği bazı tarihlerde kayıtlıdır. Ancak Ahlat’a ne kadarının sağ ve salim varabildiği bilinmemektedir. Çünkü Kayılar, yol boyunca hem Moğollarla, hem düşman kabilelerle savaşmak zorunda kalmışlardır. Bu arada kayıplar vermiş oldukları muhakkaktır.
Yani mezar taşlarından iz bırakarak Anadolu’yu vatan yapmaya geldiler.
Kayılar Ahlat’da dokuz yıl kadar oturdular. Moğolların her şeyi yakıp yıkarak buralara kadar gelmeleri sonucu, tekrar göçe başladılar. Önce Erzurum’a, oradan Erzincan’a, nihayet Amasya’ya geldiler. Bu sırada Ertuğrul Gazi’nin babası Gündüz Alp (yeni bulgular, Osman Gazi’nin dedesinin Süleyman Şah değil, Gündüz Alp olduğunu söylüyor),Ankara yakınındaki Kızılcasaray civarında bulunan Kırka Köyü’nde vefat etti (türbesi aynı köydedir). Bunun üzerine Ertuğrul Gazi, aşiret beyliğine getirildi.
Ertuğrul, Hayme Ana’sı ve Gündüz Alp babası tarafından yüreğinde yakılan “devlet” ışığı sayesinde, rotasını belirlemede hiç zorlanmadı: “Revlet olup Bizans’ı feth” edecekti.Çünkü Bizans, Peygamber müjdesiydi.
Bu düşünce beynini ve yüreğini kor gibi tutuşturunca, “Deryayı (İstanbul Boğazı’nı kastettiği çok açık) geçeceğiz ve devlet olacağız!..” deyiverdi. Fakat ağabeyleri Sungur Tekin ve Gündoğdu Bey’in ufkunda devlet yoktu. Onlar eski topraklarına dönmek, “Ekip biçmek, geçinip gitmek” istiyorlardı.
“Deniz suyu tuzludur, ne hayvan, ne insan içebilir, ne de ekin sulanabilir”gerekçesiyle bu fikre karşı çıktılar. Nihayet aşiretin büyük kısmını alarak eski topraklara döndüler.
Ancak akıbetlerinden hiçbir tarih bahsetmiyor. Muhtemelen Moğol çapaçulları tarafından basılıp öldürüldüler.
Ama “devlet” fikrinin babasını, oğullarını, oğullarının oğullarını ve arkadaşlarını, tüm tarihler “Osmanlı Devleti’nin kurucuları” olarak selamlıyorlar.
Ertuğrul Bey, anası, küçük kardeşi (Dündar) ve kendisine güvenen yakınlarıyla birlikte Batı’ya yürüdü. Meşru hedefine yürüyen Müslümanın önündeki engelleri Allah bir bir kaldırır ve hedefine ulaştırırdı. Ertuğrul Gazi’nin önündeki engeller de kalktı. Bazı olumlu gelişmeler neticesinde Söğüt ve Domaniç’e ulaştı. Artık o Selçuklu Sultanlığı’nın bir “uçbeyi” idi.
Oğlu Osman Gazi’yi sık sık Şeyh Edebali tekkesine götürüyor, tekke sohbetleriyle yüreğini mayalamaya çalışıyordu. Ölümüne yakın günlerde Osman Bey’i karşısına aldı ve dedi ki:
“Oğulcuğum! Şeyh Edebali bizim boyun (obanın-aşiretin) ışığı ve yüreğidir. Terazisi ince tartar, dirhem şaşmaz. Bu yüzden beni kır, Şeyh’i kırma; bana karşı gel, ona karşı gelme…
“Bana karşı gelirsen üzülürüm, ama ona karşı gelirsen gözlerim sana bir daha bakmaz olur, baksa da görmez olur…
“Sözüm Edebali’yi korumak için değil, seni korumak içindir…
“Oğulcuğum! Bu dediklerimi vasiyetim say, ona göre uy.”
Ona göre yaşadı. Yaşantısıyla torunlarına (yani bize) örnek oldu.