“Kiraz Festivali
'Türkiye'de 485'in üzerinde diri fay parçası var'
McDonalds’a Konya’dan Sürpriz
Ateistlerin Cenaze Namazı Nasıl Kılınır?
Bu haber 24 Ocak 2014, Cuma 21:55 tarihinde eklendi. 529 kez okundu.
12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

Paralel devlet beslemesi vesayetçi liboş yanaşmalar!

Paralel devlet beslemesi vesayetçi liboş yanaşmalar!

Tayyip Erdoğan nefreti memleketin liberal görünümlü “vesayetçi beslemeleri”ni bir bir ortaya çıkardı.

Memleketteki bugüne kadar liberal ve solcu görünen pek çok aydın ve gazeteci “paralel devlet yanaşması” çıktı.

Sırf “Erdoğan gitsin” diye tüm tezleri, ilkeleri, ideolojileriyle çelişiyor, “cemaat vesayeti” için resmen“bürokratik faşizm tetikçileri”ne dönüşüyorlar.

Bir gün bile “paralel devlet terörü”nü kınamayan bu “vesayetçi liboş/sol yanaşmalar” aksine “paralel devlet safsata” diye ortalıkta utanmadan “demokrat pozları” kesiyorlar.

İşte Cengiz Çandar. Çıktığı cemaatin kanalı Bugün TV’de gaza gelip “paralel devlet safsata” diye yazdı. “Sahipleri”ne sempatik görünecek ya, tüm gerçekleri örtbas etmekte üzerine olmadığını gösterdi.

Demokratlıkla, liberal ilkelerle zerre kadar ilgisi kalmamış olan Çandar, “paralel devlet beslemeliği”“cemaat vesayeti tetikçiliği”nde de herkesin önünde koşuyor.

Ahmet Hakan, Cüneyt Özdemir gibi müptezel kifayetsizleri saymıyoruz bile.

İşte o liboş/solcu vesayet yanaşmalarının cemaat ile yatağa girmelerini bugün Akşam’da Kurtuluş Tayiz çarpıcı biçimde analiz etti.

Buyrun bu “paralel devlet yanaşmaları”nın halini anlamak için birebir yazı:

CEMAAT İLE İTTİFAK YAPANLAR

Aklına en çok güvenip itibar ettiğimiz çoğu yazar, profesör veya aydının aklından şüphe etmeye başladığımız günleri yaşıyoruz. Haksızlık olmasın diye haklarında defalarca ölçüp biçerek bir kanıya varmaya çalışıyorum. Derdim sadece onları anlamak değil elbet. Karşımızdakileri anlamaya uğraşırken aslında kendimizi bilmeye çalışırız.

17 Aralık’tan sonra siyaset arenası adeta karıştı. İktidar ve yargı ile bürokrasi içinde örgütlenen “paralel devlet” arasındaki savaş kızıştı. Bu gerginlik tepeden alta doğru bütün topluma yayıldı. Fakat bu gerilim, en çok siyasetle aktif olarak ilgilenen ve taraflardan birine aidiyet duyan ya da doğrudan taraf olan uzman ve yazarları etkiledi.

Türkiye’de “siyaset uzmanı” diye bir sınıfın varlığından bahsedilir mi bilmem ama bahsettiğim kesimler, medyada sağlam kariyer yapmış, birkaç başbakan, cumhurbaşkanı eskitmiş, darbeler atlatmış, yediden yetmişe toplumun yakından tanıdığı, bildiği, düşünce ve görüşlerine büyük önem atfettiği isimlerden oluşuyor. İktidarının ilk yıllarında AK Parti’ye verdikleri destekle övünen, bugün ise AK Parti’ye karşı Cemaat’le ittifak yapan kimi eski liberal ve solcu yazarlar bunlar.

CEMAATTEN YANA TAVIRLARI ONLARI İYİCE SORGULANIR HALE GETİRDİ

Bir süredir devam eden ama şu sıralarda daha fazla görünür olan bir halleri var ki, onları yıllarca sevip takip eden okurlarını çileden çıkarır nitelikte. Ülkenin temel politikaları konusunda öne sürdükleri tezler, savundukları görüşler bir yana, Cemaat ve hükümet arasındaki savaşta Cemaat’ten yana aldıkları pozisyon, onları iyice sorgulanır hale getirdi.

BÜROKRATİK OTORİTERLEŞMEYİ GÖRMEZDEN GELİYORLAR

Otoriterleşmeden en çok şikâyet eden bu isimler, asıl tehdidi, yani bürokratik otoriterleşmeyi görmezden geliyorlar. Yargı ve güvenlik bürokrasisinin toplum üzerinde nasıl bir korku imparatorluğu oluşturduğunu es geçiyorlar. “Özel yetkili” savcıların, hiç de süper kahraman olmadığını, siyaseti ve toplumu esir almaya çalışan bir güç odağı haline dönüştüğünü anlamaya yanaşmıyorlar. Son yıllarda yürütülen büyük soruşturmaların yol açtığı adaletsizlikleri, yok ettiği hayatları, çaldığı yaşamları küçümseyip, hafife alıyorlar. Oysa son yıllardaki Türkiye, Doğu Almanya’daki eski polis-istihbarat rejimlerini aratmayacak cinsten bir ülkeyi andırıyordu. Emniyet’in istihbarat birimleri, neredeyse tümüyle devlet içindeki gizli bir gücün hizmetine geçmişti; vatandaşın vergileriyle maaşları ödenen bu kamu görevlileri, asıl görevlerini bir yana bırakarak, meşru olmayan bir gücün emrinde siyasi partileri, liderleri, işadamlarını, medya yöneticilerini, yazarları, önemli pozisyondaki bürokratları, hatta birbirlerini bile takip ederek, haklarında özel şantaj dosyaları oluşturuyorlardı. Tehdit olarak algıladığı kişileri ise yasal kanallardan ya da hukuk dışı yöntemlerle tasfiye etmeye yöneldi. Tehlikenin boyutunu ancak bazı polis şeflerinin Başbakan’ı evinden alacaklarını, ellerine kelepçeyi nasıl takacaklarını konuşmaya başladıkları sırada, 17-25 Aralık’ta öğrendik.

PARALEL DEVLET ÇÖZÜM SÜRECİNİ SABOTE EDERKEN O LİBERALLER DE SUSKUN

Bu güç odağını “otoriter” bulmayan, Türk demokrasisine tehdit olarak görmeyen, ancak savcı ve polislerin kurduğu korku imparatorluğuna geç de olsa son verme yönünde adımlar atan hükümeti “otoriter”  bulan, tehlikeli gören “liberal” bir zihniyetle karşı karşıyayız burada. Bu bakış açısı tutarlı olmadığı gibi gerçekçi de değil, baştan aşağı sorunlu bir zihinsel muhakemeyi yansıtıyor.

Bu tutarsızlık çözüm sürecinde de kendini gösterdi. Bu çevrelerin, paralel yapının çözüm sürecini bir darbe sürecine çevirme girişimlerine de gözleri kapalı. Paralel devlet, ilk günden beri çözüm sürecini sabote etmeye çalışıyor. Liberallerin bu konudaki suskunluğu, Cemaat’i tamamlar nitelikte. Cemaat’le ittifak yapıp çözümden yana tavır almak elbette imkânsız. Bu yüzden kamuoyu önünde çözüm sürecinden yana görünüyorlar ama alttan alta sürecin altını oymaya çalışıyorlar.

 

 

 

medyagundem

Yazdır Paylaş
ETİKETLER :
Diğer Haberler
EN ÇOK OKUNANLAR
Sitemizi Nerede Duydunuz?
Google
Facebook
Arkadaşım
Diğer
Trakya22 Haber Portali