Namık Çınar NATO ülkeleri duruken, nasıl olur da Çin’le böyle bir ilişkiye girersiniz mealindeki yazısıyla özetle Türkiye’nin NATO’nun kuyruğundan hiç ayrılmaması gerektiğini vurgulamış.
Türkiye geçtiğimiz günlerde füze ihalesini sonuçlandırdı ve sürpriz bir şekilde ihaleyi Çin firmasına verdi. Savunma Sanayi İcra Komitesi toplantısında uzun menzilli füze savunma sistemi ihalesinde son sözü söyleyen Başbakan Erdoğan’ın kararı batılı ülkelerde tepkiyle karşılandı. Amerika, Rusya ve Fransa gibi dünya silah devlerinin devre dışı bırakılarak Çin’de karar kılınması doğal olarak NATO bünyesinde rahatsızlığa yol açtı.
Taraf gazetesinde bugün yayınlanan bir haberde Çinli silah şirketinin ABD’nin kara listesinde bulunduğundan ötürü Amerikalıların Türkiye’ye tepkili olduğu iddia edilirken, bu kararın Türkiye ile NATO’nun ilişkilerine zarar verebileceği vurgulanmakta.
Türkiye’nin kararında öncelikli olarak Çinli firmanın 3 milyar doların altında teklif vermesinin etkili olduğu; ayrıca Türkiye’nin füzelerin ortak üretiminin yapılması isteğinin ağır bastığı belirtiliyor.
Sol-Kemalist çevrelerin hiçbir somut gösterge, veri ortaya koymaksızın “Amerikan uşağı AKP” söylemini tekrar ettiği bir süreçte gerçekleşen bu ihaleye dair ilgili çevrelerin ne düşündüğünü merak etmiyor değiliz. Bununla birlikte çok ilginç bir tepkinin ise Taraf’ın köşe yazarı Namık Çınar’dan geldiği görüldü.
Namık Çınar NATO ülkeleri duruken, nasıl olur da Çin’le böyle bir ilişkiye girersiniz mealindeki yazısıyla özetle Türkiye’nin NATO’nun kuyruğundan hiç ayrılmaması gerektiğini vurgulamış. Yazısı Taraf’a da gayet yakışmış!
Namık Çınar'ın sözkonusu makalesi:
Namık Çınar
Çakma Çin füzesiyle Batı’ya horozlanmak
Ateşle oynamak, dedikleri bu mu acaba?
“Stratejik Ateş Gücü Savunma Konsepti”mizin, içinde bizim de yer aldığımız NATO ittifakı kaynaklarından değil de, küresel gidişatının yönü henüz hiçbir alanda kestirilemeyen Çin’den tedariki cihetine gidilmesi, endişelendirmiyor mu sizi de?
Koalisyon ordularının en önemli özelliği, “bu kadarı da fazla ama” dedirtecek ölçülerdeki standartlıklarıdır.
Hollanda’daki bir piyade bölüğünün 2. takım 3. mangasındaki 5 no’lu erin taşıyacağı silah otomatik tüfek, kütüklüğündeki yedek şarjörler beş adet ve palaskasındaki teçhizat da portatif kürek ise, Malkara’daki bölükte de aynıdır.
Bir el işareti ya da bir atış komutu, İtalya’dakine de, Belçika’dakine de, Türkiye’dekine de hep aynı şeyi anlatır.
Bir Alman taburun bürokratik “kayıt kuyudat”ında, “bir”den “on bin”e uzanan dosyalama sistemine göre, meselâ 1125 referans numarası viziteye çıkan hasta personel klasörüne tahsis edilmiş ise, o kod no.Fransa’da da aynı işe yarar, Çıldır hudut taburunda da.
Varşova Paktı varken, çoğu silah çapları NATO’nunkilerden birkaç milim farklı olduğundan, siz onların mühimmatlarını ele geçirseydiniz bile namlularınıza sığmayacağı için kullanamazdınız, ama aynı şey onlar için geçerli değildi.
Çünkü savaş, kendine has koreografisi, senkronizasyonu, yani “koordine edilebilme yeteneği” isteyen toplu bir dövüş şekli olup; standartçılığı, olmazsa olmaz şartıdır.
Örneğin siz taarruzî sıklet merkezinizi, düşmanın yığınak yaparak kuvvet çoğunluğu teşkil ettiği bölgelerden kaçınmak suretiyle plânlarken, onlar savunma hattında tıpkı bir giysinin dikiş yerleri gibi duran yan yana dizilmiş dost birliklerinizin ara hatlarını hedef alacak şekilde tasarlarlardı ki, taktik prensipleriniz bile farklıdır.
O hâlde başka bir standardı, üstelik ateş gücü gibi stratejik bir konum sözkonusuysa, nasıl olur da böyle rahat hayal edersiniz?
NATO’nun sadece muharebe esnasında işlev gören bir güç ve işbirliği olduğunu mu sanıyorsunuz?
O aynı zamanda “tüm zamanların” en caydırıcı organizasyonudur da.
Eğer Üçüncü Dünya ülkelerinden bir sürü farkınız varsa, bunu büyük oranda altmış senedir içinde sizin de olduğunuz o kuruma borçlusunuz.
Çin’den füze almak ise, ucuz diye tutup orduya kalaşnikof dağıtmaya benzer.
Çin’den füze almak, daha ekonomik olması için Ferrari’nin yakıt deposunu LPG’ye çevirmeye kalkmak demektir.
Böyle gittiği takdirde, soğuk savaş sonrasının NATO’sunda “Yüksek Hazırlık Dereceli” ilk kolordu karargâhını plânlayan TSK’nın, İngiliz, İspanyol, Yunan ve Türk tümenleriyle oluşturduğu “NATO Mukabele Kuvveti” tarzındaki geleceği parlak adımlarının akıbeti ne olacaktır?
Ne ki, “Harp Sanayi ve Teknolojisi”nin dışında tutularak yalnızca müşteri muamelesi yapılan Türkiye’ye haksızlık edildiği de bir gerçektir.
Ama buna tepki vermenin yolu, din değiştirir gibi bir başka kampa gülücük dağıtmak mı olmalıdır?
AB’ye girememenin umarsızlığıyla küsüp, Ortadoğu cehenneminin bir parçası olmaya yeltenmek, bir garip yalnızlığa düşmenin sakıncalarını göstermedi mi de, şimdi kalkıp bir de buradan tavır koyuyorsunuz?
NATO’yu bu yöntemlerle sorgulamak, ülkenin bağışıklık sistemini bozar ve onmaz hastalıklara yol açar.
Batı’ya elbet de kul olmakla varılmaz; onlar gibi Batılı olmak gerekir.
Lâkin bu, İslâmcı ve giderek Doğu despotizmini çağrıştıran usûl ve söylemlerle değil, ancak gerçek bir demokrasiyle ve güven veren davranışlarla kotarılabilir.
Eğer amaç, uygar dünyayla olan ilişkilerimizin bir ilmek daha kopması için, ara hat dikişine o bahaneyle atılan bir makas darbesi değilse tabii.
haksöz