Abdullah Öcalan'ın geçtiğimiz hafta Diyarbakır'daki Nevruz kutlamalarında halka okunan çözüm sürecine ilişkin mektubunda "Misak-ı Milli" kavramından bahsetmiş olması çeşitli
yorumcuların dikkatini çekti, üzerine yorumlar yapıldı.
Oysa Öcalan Misak-ı Milli'yi ilk kez ağzına almıyor. Tıpkı Ermeni ve Yahudi lobileri ile ilgili tespitleri gibi...
2007 yılında Irak'ın devrik lideri Saddam Hüseyin'in idamına dair Öcalan'ın avukatlarına yaptığı açıklamaya bakarsak, 2007'den 2012'ye Öcalan'ın kafasındakiler çok da değişmediğini göreceğiz.
O açıklamadan ilgili kısım şöyle:
"Aslında ben teslim edildiğimde benden de Saddam tarzı kaba bir direniş bekliyorlardı. Gelinen süreç itibariyle tarih beni doğruladı. Çünkü beklenilen benim klasik-kaba bir direniş sergilemem ve asılmamdı. Bu asılma sonucu yüzyıla yayılacak korkunç tahribatlar yaratacak bir Kürt-Türk savaşı başlayacaktı. Bu durumda Türkiye'de Yugoslavya ve Irak gibi bir tabloyla karşı karşıya kalacaktı. Irak'ın hali ortada. Benim teslimim ve idamımla Türkiye'nin çekilmek istendiği nokta buydu. Michael Rubin isimli Amerikalı bir think thank kuruluşunun önde gelen ismi, teslim edilmemden sonra benim idam edilmem için çok uğraştı, başaramadı, sonra da Guzman gibi kullanılmam önerildi ve halen de uğraşıyor. Mehmet Ali Kışlalı ve Altemur Kılıç gibileri de Rubin gibi düşünüyorlar.
Ben yine baştan söyleyeyim. Kesinlikle anti-semitist değilim. Yahudiler Ortadoğu'nun kadim bir halkıdırlar
Kürdistan'da da Türkiye'de de kendilerinin rahatlıkla ifade edebilecek tarzda yaşamalıdırlar ama İsrail'in Ortadoğu'da sürdürdüğü politikalarını kabul etmek mümkün değildir. Bunu şunun için belirtiyorum; Türkiye'ye komployla teslim edilişimde ABD ve İsrail'in korkunç rolü, amansız bir takibi olmuştur. Şunu da açık bir şekilde söylüyorum;
İsrail yanlılarının Türkiye'de iktidarda ve temel kurumlarda önemli ve etkin kadroları vardır. 1650'li yıllarda Türkiye'deki Yahudiler din değiştirerek islamiyeti kabul ediyor. Bunlar da Sebataycılık hakimdir.
1750 yıllarına kadar Barzan ailesinin de Yahudi olduğu söyleniliyor. Daha sonra din değiştirerek islamiyeti kabul ediyorlar. Nakşi tarikatını bu süreçte benimsiyorlar. Hükümette de Nakşibendi tarikatı etkindir. Şimdi bu Nakşiler, Irak'taki Suni-Arap grubunu İstanbul’da toplayarak onların hamiliğine soyundu.
Ama
devletin geleceği Suni bir grupla ilişkilenmesi değil, bilakis Misak-ı Milli sınırları içerisinde olan Kürtlerle ilişki içerisinde bulunmasına, Kürtlerle ittifak yapmasına bağlıdır. Kürtlerle ittifak sürekli olarak kazandırmıştır.
Ben tarihteki bu ittifakları defalarca söyledim. Kürtlerle ittifak şart. Bunun yolu da hep söylüyorum; diyalogtur. Bu barışı getirir. Onun için de barış, barış, barış diyorum.
Neden Türkiye şimdi içinde bulunduğu kritik durumdan çıkmak için Kürtlerle stratejik ittifak yapmıyor? Bu, bir koyup üç alma politikası değil, bir koyup on alma politikasıdır. Neden devlet bunu yapmıyor? Kürtler'in istediği sadece demokratik özerkliktir. Türkmenlerin de hatta Asuri ve Keldanilerin de hakları teminat altına alınmalıdır. Örneğin Türkmenlerin özerk bölgesinin merkezi Tel-Afer olabilir, diyoruz.
Bölgedeki petrol zenginliği ekonomiyi güçlendirecektir. Bu zenginlikler halkların refahı için kullanılabilir. Saddam bu petrolden gelen muazzam zenginliği halklar için kullanmadı, hep silahlanmaya yatırdı, sonuçları gözler önünde. Bunun için Türkiye'nin Kürtlerle stratejik ittifak yapması lazım."
Öcalan'ın bir koyup on almaktan bahsettiği şeyin enerji, daha temelde petrol ile alakalı olduğu görülüyor. Ancak Arap Baharı'nın etkilediği Suriye sonrası, İran ve Esad rejimi ile arası açılan Ankara açısından Öcalan'ın yaptığı stratejik ittifak teklifine bugün daha fazla parametrenin eklendiği kesin.
Örneğin
Su konfederasyonu fikrinde görüldüğü gibi...