“Kiraz Festivali
'Türkiye'de 485'in üzerinde diri fay parçası var'
McDonalds’a Konya’dan Sürpriz
Ateistlerin Cenaze Namazı Nasıl Kılınır?
Bu haber 24 Şubat 2013, Pazar 10:55 tarihinde eklendi. 917 kez okundu.
12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

Maliye Bakanı'na göre borçlu değiliz alacaklıyız

Maliye Bakanı'na göre borçlu değiliz alacaklıyız
Maliye Bakanı'na göre borçlu değiliz alacaklıyız Bir önceki yazımızda ithalata/tüketime ve cari açığa dayalı büyüme konusunu ele alarak, “Yabancının malını, yabancının parasıyla almaya, yani her iki durumda da dışarıya kaynak aktarmaya dayalı bir yapı, büyüme modeli olarak adlandırılabilir mi?” sorusuna yanıt aramış, yabancı finans şirketlerini ve işçisini finanse ettiğiniz bir ekonomik yapının “büyüyebileceğini” ancak bunun kalkınma ya da toplumsal refahta artış anlamına gelmeyeceğini, tam tersine ekonominizi dış etkilere karşı daha kırılgan hale getireceğini ifade etmiştik. (http://www.odatv.com/n.php?n=tuketerek-buyumeyi-kalkinma-saniyorlar-2001131200)

Aile bütçemizden biliriz. Gelirinden çok harcar, ödeyemeyeceğinden çok borçlanırsan, bir süre sonra harcamak için değil sadece borcu döndürebilmek, faizini ödeyebilmek için borçlanmaya başlarsın. Ele güne muhtaç olursun. Nitekim geldiğimiz noktada, borçlanmaya devam etmemize karşın yeterince büyüyemiyoruz.

ONA GÖRE BORÇ YOK

Geçenlerde, bir finans kanalının sabah programına katılan, yabancı sermayeli bir bankanın üst düzey yöneticisi ise farklı düşünüyor. Para alıp satarak kazanan bir kişi olarak, ona göre, krizden Avrupa ve ABD’den daha az etkilenmemizi sağlayan temel neden, tasarrufu düşünmeden tüketiyor olmamız. Kimin tükettiği, tüketimin kaynağı, hangi parayla tükettiği önemli değil. Yabancının malını tüketmek için harcadığımız paranın yurt dışı kaynaklı ve borç olmasının da herhangi bir önemi yok.

Ülkeye giren parayı borç olarak nitelemiyor hazret. Ona göre ülkeye giren paranın adı borç değil yatırım. Para girdikçe tüketim artıyor, ekonomi büyüyor.

Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s adına yapılan açıklamalar ise aynı rahatlığı yansıtmıyor. Kıdemli Türkiye Analisti Carlson’un ağzından, "Not konusunda adım atılması dış şoklara karşı dirence bağlı" diyerek ekonominin geneli, döviz rezervlerinin yeterliliği, kredi hacmindeki büyüme ve bunlarla bağlantılı olarak cari açık konusunda uyarılarda bulundu. Ekonomideki kırılganlıklara dikkat çekti. (http://www.cnnturk.com/2013/ekonomi/dunya/01/29/moodys.kredi.notu.dis.soklara.bagli/694354.0/index.html)

BORÇLU DEĞİL ALACAKLIYMIŞIZ

Ülkeleri, borçlanma ve borçlarını geri ödeme kapasiteleri açısından değerlendirerek, kredi verenleri aldıkları risk konusunda bilgilendirmekle görevli bir kuruluşun, yaptığı değerlendirmede, doğrudan bu konuyla ilgili verileri dikkate almasından daha doğal bir şey olamaz şüphesiz ki. Moody’s in tavsiyesi döviz rezervlerinin artırılması, kredi büyümesinin kontrol altına alınması ve tabii ki cari açığın düşürülmesi, finansman kalitesinin yükseltilmesi.

“Kazan-kazan” mantığı üzerine kurulu uluslararası borç zincirinin kopma riskine karşı, bir yandan bizim gibi ülkeleri, döviz rezervlerimizi artırmaya teşvik eden uluslararası finans güçleri, diğer yandan ABD ve AB Merkez bankalarını para basmaya yani piyasaya sınırsız para saçmaya teşvik ediyor. Piyasa oyuncularının, “kur savaşları” diye isimlendirdikleri olayın son kertede kaybedeni bizim gibi ülkeler. Rezerv niteliği taşıyan ABD Doları ve Avro daha çok basıldıkça, varımızı yoğumuzu satarak zar zor biriktirdiğimiz rezervlerin değeri düşüyor, ihracat olumsuz etkilenirken ithalat cazip hale geliyor. 

Moody’s’in açıklamaları ve not artırımı beklentilerinin sekteye uğramasıyla bağlantılı olarak borç sorunu, geçen hafta Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de gündemindeydi. Üst üste yaptığı açıklamalarla ülkenin borç sorunu olmadığını anlatmaya çalıştı. Maliye Bakanına göre borçlu değil alacaklıymışız. (http://www.bugun.com.tr/son-dakika/bakan-simsek-turkiyenin-disaridan-32-milyar-dolar-alacagi-var-haberi-155502)

NEOLİBERALİZM KRİZ DOĞURUYOR

Konu,  ilk bakışta makroekonomik dengeleri ilgilendiriyor, vatandaşı ilgilendirmiyor gibi görünse de, aslında tamamen vatandaşın cebiyle, evine götürdüğü ekmekle, ülkenin siyasi geleceğiyle ilgili.

Dünyanın birçok ülkesinde milyonlarca aileyi işinden evinden eden, ülkelerin egemenlik haklarını borç verenlerle paylaşması sonucunu doğuran krizin, “para bizden, yeter ki harca” diyen neo-liberal anlayışının sonucu olduğu çok açık şekilde ortaya çıktı.

Yunanistan’da, İtalya’da, Portekiz’de, İrlanda’da, Fransa’da ve daha pek çok ülkede yaşananların, yarattığı siyasi sonuçlar ortada. Gün olmuyor ki, ekonomide yaşananları, sosyal ve ekonomik hakları ortadan kaldıran uygulamaları, çözüm diye halkın önüne getiren politikacıları protesto etmek amacıyla,  insanlar sokakları doldurmasın. İngiltere Başbakanı, ekonomiyi kurtarmanın yolu olarak, AB’den çıkmayı gündeme almış görünüyor.

İçeride dışarıda herkes ekonomi konuşur, ulusal ve uluslararası ölçekte siyaset, ekonomide yaşananlar çerçevesinde yeniden şekillenirken, ekonomik politikaların seçmen tercihleri, yani siyaset ürerindeki doğrudan etkisinin yeterince farkında olmasalar gerek ki, muhalefet partileri genel olarak bu konularda konuşmamayı tercih ediyorlar ya da işin özünden, yani bu krizi doğuran sistemik sorunlardan uzak durmaya özellikle özen gösteren, sudan konuşmalarla konuyu geçiştiriyorlar.

BU ÖNERİLER ÇÖZER Mİ

Sosyalist Enternasyonal tarafından Portekiz’de düzenlenen, Konsey toplantısına katılan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Yükselen ve Gelişmekte Olan Ekonomilerde ‘Krizi Aşma’ Stratejileri” konulu panelde yaptığı konuşmanın, üst paragrafta tanımladığımız sınırlar açısından ileri bir adım olduğunu söylemek maalesef mümkün değil.(http://www.chp.org.tr/?manset=chp-genel-baskani-ve-sosyalist-enternasyonal-baskan-yardimcisi-kemal-kilicdaroglu-sosyalist-enternasyonal-konseyi-toplantisinda-yukselen-ve-gelismekte-olan-ekonomilerde-krizi-asma-stratejileri)

30 yıldan fazla bir süredir yaşanan neo-liberal finansallaşma sürecinin yarattığı yıkıcı sonuçları tespit eden ancak sürekli krizlerle toplumları yoksullaştıran söz konusu sistemi eleştirmekten kaçınan, yoksulluğu sürdürülebilir kılacak yardım politikalarını çözüm olarak öneren Kılıçdaroğlu, konuşmasının son bölümünü krizden çıkışa ilişkin önerilere ayırmış.

Çözüm önerisi olarak, yurtiçi tasarrufların artırılarak, üretim ve tüketimin, makro dengeleri bozmayacak şekilde büyümesinin sağlanması gerektiğini söyleyen Kılıçdaroğlu’nun bu önerilerinin, Hükümetin, vergi gelirleriyle desteklediği “Bireysel Emeklilik Sistemi” (BES) ve teşvik uygulamalarıyla yapmaya çalıştığından öte bir içerik taşımadığı kanısındayız.

Cari açığı düşürücü etkisi nedeniyle ilk bakışta olumlu görünen söz konusu öneriler, bütçe açığını artırıcı etkisi bir yana bırakılsa dahi, banka ve sigortacılık sektörünün büyük ölçüde yabancı sermayenin kontrolünde olduğu bir ekonomik yapıda amaçlanan sonuca varmanızı sağlar mı? 

Cevap, “işe yarama” derken ne kastettiğinize ve nereden baktığınıza bağlı olarak olumlu veya olumsuz olabilir görünüyor.

Ahmet Müfit

Yazdır Paylaş
ETİKETLER :
Diğer Haberler
EN ÇOK OKUNANLAR
Sitemizi Nerede Duydunuz?
Google
Facebook
Arkadaşım
Diğer
Trakya22 Haber Portali