Havlucu Ahmet Amca kırklardandı, öldü. 1981’de tanışmıştık. Tanışmamız şöyle oldu: Ben Adapazarı’nda iken beni şikâyet etmişlerdi sıkıyönetime. O sırada ben doçent unvanıyla üniversitede hocayım. Ticaret hukuku dersine giriyorum.
Havlucu Ahmet Amca kırklardandı, öldü. 1981’de tanışmıştık. Tanışmamız şöyle oldu: Ben Adapazarı’nda iken beni şikâyet etmişlerdi sıkıyönetime. O sırada ben doçent unvanıyla üniversitede hocayım. Ticaret hukuku dersine giriyorum.
Müftü İsmail Öner, Allah rahmet eylesin, öldü, benim sınıf arkadaşımdı. “Sen güzel konuşursun, bu camide konuş” dedi. “Ben ticaret hukuku doçentiyim, hoca değilim.” dedim. “Olsun, sorumluluk benim.” dedi. Ben “Hayır, kesinlikle konuşmayacağım” deyince gitmiş, valiyi kandırmış. Vali direkt emir verdi bana. Biz de başladık.
Elhamdülillah, biz, hocalarımızdan icazet almışızdır. İslam’ın ehl-i sünnet inancı üzerine dinimizi öğretmeye başladık. Camilerde olay çıkmasın diye “Kardeş olun, birlik olun, birbirinizi sevin…” deyip durmuşlar.
Sevsin, iyi de, namaz kılmayı bilmiyor herif, gusletmeyi bilmiyor, haramı bilmiyor, helali bilmiyor. Bunlar öğretilmiyor.
Ben de koydum “Dürer”i (fıkıh kitabı) önüme. Zamanla öyle kalabalık oldu ki. “Dürer”i baştan başladık takrir etmeye, açıklıyorum. Cami dolu, sokaklar da almıyor, öyle kalabalık. Millet susamış, “kardeş olun, birlik olun…”dan bıkmış. Nasıl namaz kılınacağını öğretiyorum ben. İşte beni bu kalabalıktan dolayı şikâyet ettiler.
Komutan da savcılığa takipsizlik kararı vermesine rağmen sürdüler bizi Edirne’ye. İşte Havlucu Ahmet Amca ile Edirne’ye vardığımız zaman tanıştık. Eski Cami’de sabahları zikrediyordu o. Sabah namazını cemaatle, camide kılıp da işrak vaktine kadar tesbih ve zikir ile uğraşana hac, umre sevabı verilir, diye hadis var ya, onu uyguluyor Ahmet Amca.
Çok şeyler öğrendim ondan. Ümmi bir adam, hiç bir şey bilmez, ama çok muazzam evliya, adam büyük adam. Birçok şeyleri bana öğretti. Sırlı şeylerden haber verdi, söylediklerinin hepsi doğru çıktı. Türkiye’de kimin ne olduğunu, hepsini söylemiştir bana. İşte böyle bir zattı Ahmet Amca.
Bulgaristan’dan gelme dedesi büyük bir âlimmiş, büyük bir zatmış. Babası, annesi, kardeşleri işe giderlermiş. Ahmet Amca da çocuk, mümeyyiz çocukken götürmüyorlar ki hasta dedelerine bakacak biri olsun diye. Çok güzel hizmet etmiş dedesine.
Dedesi, “Oğlum benden bir şey iste” demiş. “Bana bu kadar hizmet ediyorsun. Benden bir şey iste.” O da demiş ki “Peygamberin sevgisini istiyorum.” “Çok pahalı şey istedin, o ucuz değildir” demiş dedesi ve dua etmiş.
Ahmet Amca büyüdüğü zaman fabrika da ustabaşı olmuş. Zeki bir adam. Tahsili yok, ama akıllı. Bir gün rüyasında İbrahim Ethem Hazretlerini görmüş. Demiş ki “Sen bırakacaksın işi, dağlara gideceksin.” Bir daha görmüş, bir daha görmüş.
Ardından istifa etmiş, fabrika sahibi demiş ki, “Maaşını artırayım az geliyorsa.” “Yok, yok, ben gidiyorum” demiş Ahmet Amca. Kırk sene dağlarda dolaşmış. Kur’an okumasını bilmiyordu. Hiç kimseden yardım almadan kırk sene dağlarda dolaşmış. Çorap satarak geçinmiş.
Yaz-kış, kapalı bir yere girmemiş. Kışın soğukta, karda yatmış. Yazın, hiç girmemiş çatı altına. Böyle bir adam işte. Çok güzel zikrederdi. “Ya Hayy”, “Ya Kayyum.” Zikri de bu. Esmaü’l Hüsna ile zikrederdi. Öyle temiz, öyle güzel insandı.
Hayvanları çok severdi. Sokakta arabaların çiğnediği köpekleri, kedileri bulur, götürür veterinere, ameliyat ettirir. Neden böyle yaptığını sorduğumda, “Hayvanlar insanlardan daha temiz evladım” diyordu. Ben evine de gitmiştim. Giderdim, gitmezsem kızardı.
Bir yer odası vardı. Bahçesi vardı önünde. Küçük bir bahçe. Bahçesinde kırk-elli kadar kedi vardı. Çoraptan kazandığı paralar ile ciğer alır, gelir, kedilere yedirir evinde. Kedi bu, doyunca kalıyor.
Evine gittiğimiz bir defasında ciğer artığından dolayı birçok sinek vardı evinde. Biz oturduk, tabi ben kravatlı-mıravatlı. Sinekler uçuşuyor, Ahmet Amca, “Mustafa Hoca” dedi, “Bunlar, benim misafirime dokunmaz, ısırmaz.” Yemin ediyorum bir tane sivrisinek konmadı üzerime.
İşte Ahmet Amca böyle bir adamdı. Edirne’de bulunan büyük evliyalarla manen irtibatlı idi. Kendisinin öyle bir tarikat şeyhliği yapmışlığı yoktu.
Sabahleyin esnaftan, vatandaşlardan namaza gelenlerden bir grup onu dinlemek için kalıyorlardı.
Öleceğini de bana söylemişti Merhum. Bursa’da öleceğini demişti. “Oraya gidiyorum, İbrahim Hakkı Bursevi Hazretlerinin Camii’nin yanında defnolunacağım.” dedi. Onun yanına defnedildi.
Prof. Dr. Mustafa Cevat Akşit